Bilim dalındaki 2019 Nobel Ödülleri’nin tümü erkeklere verildi.
2018 yılında Kimya dalında ödül alan biyokimya mühendisi Frances Arnold ve fizik dalında Nobel Ödülü alan Donna Strickland’ın ardından durum eski haline döndü.
Donna Strickland, 1903’te ödül alan Marie Curie ve ondan 60 yıl sonra ödül alan Maria Goeppert-Mayer’ın ardından Nobel Ödülü alan üçüncü kadın fizikçi oldu. Bunun ne hissettirdiği sorulduğunda Strickland, çok az kadının bu ödülü almış olduğunu fark etmenin başta şaşırtıcı olduğunu belirtti: “Ama aslında çoğunlukla erkeklere ait bir dünyada yaşıyorum, dolayısıyla çoğunlukla erkekleri görmek beni çok da şaşırtmıyor.”
Nobel Ödülü’nü kadınların nadiren kazanıyor olması, bilim alanında eğitim ve kariyer açısından dışlanmaları konusunda sorulara yol açmaktadır. Kadın araştırmacılar geçtiğimiz yüzyılda çok yol katetmişlerdir. Ancak kadınların bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik (STEM) alanlarında hâlâ yeterince temsil edilmediğini gösteren sağlam kanıtlar bulunmaktadır.
Çalışmalar, bu kariyer alanlarında ısrarcı olanların ilerleme konusunda dolaylı ya da doğrudan engellerle karşılaştığını göstermektedir. Yanlılığın en yoğun olduğu alanlar, kadınların temsil çokluğunun önemli ölçüde eksik olduğu, ağırlıklı olarak erkeklerin bulunduğu ve kadınların genelde sembolik olarak veya yabancıymış gibi görüldüğü alanlardır.
Kadınlar spor, politika, tıp ve bilimin en yüksek seviyelerinde başarı elde ettiğinde herkes için, özellikle de genç kızlar ve diğer kadınlar için rol model olmaktadır.
Eşit temsil açısından işler iyiye gittiğine göre, kadınları laboratuvarda, liderlikte ve ödül kazanmada hâlâ geride tutan nedir?
İşin temel yönüyle ilgili iyi haberler
Geleneksel inanışa göre kadınlar “matematiği sevmez” ve “bilimde iyi değildir”. Hem kadınlar hem de erkekler bu bakış açısını ifade etmektedir, ancak araştırmacılar deneysel olarak onlara karşı çıkmaktadır. Yapılan çalışmalar, kadınların bilişsel yetersizlik yüzünden değil STEM’e ilk maruz kalışları ve STEM’le yaşadıkları deneyimler, eğitim politikası, kültürel bağlam, basmakalıp inanışlar ve rol modellere maruz kalma eksikliği nedeniyle STEM eğitiminden uzak durduğunu göstermektedir.
Geçtiğimiz onlarca yıl boyunca kadınların STEM alanında temsil edilişini iyileştirme çabaları, (ana sınıfından başlayıp yüksek lisansa uzanan) STEM hazırlık hattı adlı sisteme girip burada devam eden kızların sayısını arttırabilecek eğitim reformları ve bireysel programlarla, bu basmakalıp inanışlara karşı koymaya odaklanmıştır.
Bu yaklaşımlar işe yaramaktadır. Kadınlar, STEM alanında kariyer yapma ve üniversitede STEM alanında okuma konusundaki ilgilerini daha fazla ifade etmektedir. Artık psikoloji ve sosyal bilimler çalışanlarının en az yarısını oluşturmakta olan kadınlar, bilgisayar ve matematik bilimleri istisna olsa da, bilimsel iş gücünde giderek daha fazla temsil edilmektedir.
1975 yılına göre yükseliş söz konusu
Amerikan Fizik Enstitüsü’ne göre kadınlar fizikte lisans derecelerinin yaklaşık % 20’sini, doktora derecelerinin ise % 18’ini elde etmektedir. Kadınların fizik alanında lisans derecelerinin %10’unu, doktora derecelerinin ise %5’ini elde ettiği 1975 yılına göre yükseliş söz konusudur.
Daha fazla kadın STEM doktorası ile mezun olup fakültede bir pozisyona yerleşmektedir. Ancak bu kadınlar akademik kariyerlerinde ilerlerken cam uçurumlar ve cam tavanlarla karşılaşmaktadır.
Kadınlar açısından işe yaramayan şey nedir?
Kadınlar, akademik STEM kariyerlerinde birtakım yapısal ve kurumsal engellerle karşılaşmaktadır.
Cinsiyete bağlı maaş farkı ile ilgili problemlerin yanı sıra, akademik bilimin yapısı çoğunlukla iş yerinde kadınların ilerlemesini ve iş-yaşam gerekliliklerini dengelemesini zor hale getirmektedir. Bilimsel araştırma deneylerine dayalı bilim, bir laboratuvarda yıllarca zaman geçirmeyi gerektirebilmektedir. Daimi kadro adaylığı sürecinin kısıtlamaları, iş-yaşam dengesinin korunmasını, aile yükümlülüklerinin yerine getirilmesini, çocuk sahibi olmayı ya da aile izni almayı imkansız kılmasa da zor hale getirebilmektedir.
Ayrıca, erkeklerin hakim olduğu iş yerlerinde çalışmak kadınların izole edilmiş hissetmesine, sembolik olarak algılanmasına ve taciz riskine açık olmasına yol açabilmektedir. Kadınlar sıklıkla insanlarla ağ kurma fırsatlarının ve sosyal etkinliklerin dışında kalmakta, laboratuvar kültürünün, akademik birimin ve alanın dışında kalmış hissetmektedir.
Kadınlar iş yerinde çalışanların %15’ini veya daha fazlasını oluşturmadığında, yani yeterli çoğunlukta olmadığında kendilerini savunmak için daha az güce sahip olmakta ve bir azınlık grubu ve istisna olarak algılanma ihtimalleri artmaktadır. Böyle bir azınlık konumunda olduklarında da kadınların komitelerde göstermelik olarak görülmeleri ya da mezun kız öğrencilere mentor olarak algılanmaları sebebiyle ekstra hizmet üstlenme baskısı görme ihtimalleri artmaktadır.
Daha az iş arkadaşı = Daha az ilişki olasılığı
Daha az kadın iş arkadaşları olması nedeniyle kadınların iş birliği yapabilecekleri kadınlarla, destek ve tavsiye ağlarıyla ilişki kurma olasılıkları azalmaktadır. Bu kadınlar aile veya çocuk bakım sorumlulukları ve çocuk bakımı geri ödemesi almak için araştırma fonlarından yararlanamama nedeniyle iş etkinliklerine ya da konferanslara katılamadığında bu izolasyon durumu daha kötü hale gelmektedir.
Üniversiteler, profesyonel dernekler ve federal fon sağlayıcıları bu tür çeşitli yapısal engellere eğilmek için çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar arasında aile dostu politikalar yaratmak, maaş bildiriminde şeffaflığı arttırmak, Title IX (ABD’de eğitimde cinsiyet ayrımcılığını engelleyen yasa maddesi) önlemlerini uygulamak, kadın bilim insanlarına yönelik mentorluk ve destek programları sunmak, kadın bilim insanları için araştırma zamanını desteklemek ve işe alım, araştırma desteği ve ilerleme için kadınları hedeflemek yer almaktadır. Bu programların karışık sonuçları olmuştur.
Örneğin, araştırmalara göre, izin ve iş yerinde çocuk bakımı gibi aile dostu politikalar cinsiyet eşitsizliğini körükleyerek erkekler için araştırma verimliliğinin artmasına, kadınlar için ise öğretme ve hizmet yükümlülüklerinin artmasına yol açabilir.
Nobel Ödülü’nü kazananların % 97’si erkek
Kamuoyu, medya, üniversite çalışanları, öğrenciler ve profesörler olarak hepimizin, bir bilim insanının ve Nobel Ödülü kazanan birinin neye benzediği hakkında bir fikri vardır. Bu imaj ağırlıklı olarak erkek, beyaz ve ileri yaşta biridir; ki bilim alanında Nobel Ödülü’nü kazananların % 97’sinin erkek olduğu düşünüldüğünde böyle bir imaj olması normaldir.
Bu da üstü kapalı bir önyargı örneğidir: kadın-erkek hepimizin Dünya’yla ilgili oluşturduğu bilinçsiz, istemsiz, doğal ve kaçınılmaz varsayımlardan biri… İnsanlar bazen bariz şekilde inandıkları görüşle çelişseler bile bilinçaltı varsayımlara, tercihlere ve klişelere göre karar vermektedir.
Araştırmalar, uzman ve akademik bilim insanları olarak kadınlara karşı üstü kapalı bir önyargının yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, erkeklerin bilgisinin kadınlara göre daha fazla değer görmesi, tanınması ve ödüllendirilmesi ile kendini göstermektedir.
Cinsiyet ayrımı: Matilda Etkisi
Üstü kapalı yanlılık, kadınların işe alımını, ilerlemesini ve çalışmalarının kabul görmesini engelleyebilir. Örneğin, akademik iş arayan kadınların, kişisel bilgileri ve fiziksel görünümlerine göre değerlendirilip yargılanma olasılıkları daha yüksektir. Kadınlara yönelik tavsiye mektuplarının şüphe uyandırma ve olumsuz kariyer sonuçlarına yol açacak bir dil kullanma ihtimali daha fazladır.
Örtülü yanlılık, kadınların araştırma bulgularını yayınlayabilmelerini ve bu çalışma için bilinirlik elde edebilmelerini etkileyebilmektedir. Erkekler, kendi makalelerinden kadınlara göre % 56 daha fazla alıntı yapmaktadır. Bilinirlik, ödül kazanma ve kaynak gösterme konusunda “Matilda Etkisi” olarak bilinen bir cinsiyet ayrımı bulunmaktadır.
Kadınların yaptığı araştırmaların başkaları tarafından kaynak gösterilme olasılığı daha düşük olup fikirlerinin erkeklere atfedilme olasılığı daha yüksektir. Kadınların tek yazarlı araştırmalarının değerlendirme sürecinde ilerlemesi, iki kat daha uzun sürmektedir. Kadınlar, kıdemli bilim insanları, baş yazarlar ve değerlendirme hakemleri olarak yayın editörlüğünde yeterince temsil edilmemektedir. Araştırma düzenleme pozisyonlarındaki bu ötekileştirme, kadınların yaptığı araştırmaların desteklenmesinin aleyhine işlemektedir.
Erkek soyadıyla anılır, kadın ismiyle
Bir kadın dünya çapında bir bilim insanı olduğunda, araştırma bulgularını paylaşmak üzere açılış konuşmacısı veya misafir konuşmacı olarak davet edilme olasılığına dair üstü kapalı bir önyargı işlemektedir. Bu da onun alandaki görünürlüğünü ve ödüllere aday gösterilme olasılığını azaltmaktadır. Cinsiyet konusundaki bu dengesizlik, çoğu başlıktaki haber hikayelerinde kadın uzmanların ne kadar seyrek anıldığına bakılarak anlaşılabilir.
Kadın bilim insanlarına, başarıları karşısında sunulması gerekenden daha az saygı ve takdir gösterilmektedir. Araştırmalar, insanların erkek bilim insanlarından ve uzmanlardan bahsederken soyadlarını kullanma olasılıklarının daha yüksek olduğunu, kadınlardan ise ilk isimleriyle bahsetmelerinin daha olası olduğunu göstermektedir.
Bu neden önemli? Çünkü deneyler göstermektedir ki, soyadlarıyla anılan kişilerin ünlü ve seçkin kişiler olarak görülme olasılıkları daha yüksektir. Gerçekten de bir çalışmaya göre, bilim insanlarını soyadlarıyla anmak, insanları, onların Ulusal Bilim Derneği kariyer ödülünü % 14 daha fazla hak ettiğini düşünmeye yönlendirmektedir.
Bilim tarihinde daha çok erkeklerin yer aldığını görmekteyiz. STEM’deki yapısal ve üstü kapalı yanlılığın üzerine gidilmesi, umuyoruz ki, bir kadının daha fiziğe katkılarından dolayı Nobel Ödülü ile tanınması için bir yarım yüzyıl daha beklenmesini önleyecektir. Bir kadının bilim alanındaki en prestijli ödülü almasının, cinsiyeti nedeniyle değil yalnızca bilimsel anlamıyla haber değeri taşıyacağı günü iple çekiyorum.
Çeviri: livescience
Fotoğraflar: Freepik, Vikipedi
BAĞLANTILI HABER VE MAKALELER: EN POPÜLER 10 ASTRONOMİ ÜNİVERSİTESİ
TELEFON BİRKAÇ SANİYEDE, ARABA BİRKAÇ DAKİKADA ŞARJ OLACAK
NOBEL ÖDÜLLÜ BİLİM ADAMI: “30 YILA UZAYLILARI KEŞFEDEBİLİRİZ”