Bir soru ile başlamak istiyorum.
“Hanginiz lunaparka gittiğinde mutsuz olur?”
Şu an geldiğimiz lunapark, mutsuzluğun bir sembolü haline gelmiş durumda.
Neden mi? Çünkü burası Dünya’da açılmayan tek lunapark.
Grupla yürüyüşümüze devam ederken tur rehberimiz lunaparkta dozimetrelerimizi çıkartmamızı istedi. Çünkü hemen her makine metal aksamlı olduğu için radyasyon değerini net bir şekilde görebildik.
Lunaparka girmeden önce dönme dolabın güzelliğini fark ettim.
Ama uzaktan güzeldi.
Yakınına gittiğiniz zaman bir ölüm makinesiydi.
Hatıra fotoğrafı çektirenleri görebilirsiniz. Herhangi bir şeye temas etmekten kaçınıyorlar.
O sırada soğuk bir rüzgar esiyor. Bir metal sesi geliyor kulaklarımıza.
Dönme dolabın yakınındaki “Atlı Karınca” makinesinden geliyor bu ses.
Rüzgar ile birlikte yavaş yavaş dönüyor.
Sanki çalışmak istercesine.
Atlı Karınca’nın yanında ise bir çarpışan oto sahası var. Dikkat ederseniz otomobiller hala olduğu yerde.
Hepsinin çalıştığını hayal edebiliyorum ve belki siz de hayal ediyorsunuz.
Mutlu insanları, eğlenen çocukları, güzel hatıraları zihninizde oluşturmaya çalışıyorsunuz belki.
Fakat burası acının beşiği.
Yok olup giden hayatların yeşerdiği yer.
Önümüzdeki 20.000 yıl boyunca da bu böyle kalacak.
Uzun uzun bu lunaparka baktım. Pek fotoğraf çekmedim.
“Acaba aynısı Türkiye’de olsaydı, ne olurdu?” diye düşünmeden edemedim.
Dozimetreyi çıkartıp radyasyonu ölçtüm. Burada değerler oldukça fazla.
Lunaparkın solunda kalan bir binada “Ayılar” resmedilmiş.
Fransızlar için “Horoz”, Almanlar için “Kartal”, Türkler için “Kurt” bir semboldür.
Ayı, bu bölgede yaşayan insanlar için oldukça önemli canlı.
GROSSMARKET VE GERİ KALAN BİNALAR
Rehberimiz ve grubumuzla birlikte yürüyüşümüze devam ediyoruz.
Lunaparktan ayrıldıktan sonra, karşımıza bir grossmarket çıkıyor.
Ama içinde hiçbir şey yok.
Alışveriş arabası pastan ve radyasyondan nasibini almış durumda.
Tek kişilik koltuk ise belirli bir amaç için kullanılıyor. Uzun süre ayakta kalan müşteriler için bir dinlenme noktası.
Reyon afişlerini görebilirsiniz. Eğer Kiril alfabesini biliyorsanız okuyabilirsiniz.
Tur rehberimiz “Alışveriş yapabilirsiniz” dedi. Ekipçe güldük.
Geri kalan terk edilip kaderine bırakılan yapıları görüyoruz.
Dikkat ettiyseniz, oldukça “soğuk” yapılar.
Soğuktan kastım, tekdüze ve göze hoş gelen bir mimarisi yok.
Dozimetreyi çıkardım ve zeminin radyasonunu ölçtüm. Burada da oldukça fazla.
Şunu da eklemek istiyorum. Burada tek başınıza gezemezsiniz.
Tur rehberimiz bize eskiden Pripyat’ın neye benzediğini gösteren bir fotoğraf çıkartıyor.
Fotoğrafta, insanların alışveriş yaptığı mağazayı görebiliyorsunuz.
Ve daha sonra, bir kadının bebeği ile ilgilendiği fotoğraf çıkıyor karşımıza.
Her şey o kadar düzgün o kadar nizami ki!
Bize öyle görünüyor fakat Çernobil santrali gibi 14 tane daha patlamaya hazır santral vardı!
İşte böyle harcadı halkını SSCB…
O sırada bir motor sesi duydum ve servis aracımızın geldiğini gördüm.
Gitme vakti geldi sanırım diye düşünürken. “The next station is” ile başlayan cümle kurdu rehberimiz.
Gittiğimiz yeri tahmin bile edemezsiniz.
KIZIL ORMAN
Moskova’nın en ünlü meydanı Kızıl Meydan’dır.
Çernobil’in ünlü bir meydanı yok fakat ünlü bir ormanı var.
O da Kızıl Orman.
Bu ormanın diğer ormanlardan pek bir farkı yok gibi görünebilir.
Aslında çok büyük bir farkı var. Patlamadan sonra bu ormanlara hiç giriş olmadı.
Doğa burada kendi kendini tamir ediyor.
Kızıl Orman ismini ise ben verdim. Çünkü ormanın doğal rengi olan “Yeşil” burada yok.
Buradaki ağaçlar radyasyonu absorbe ettiğinden dolayı renk kızıla bürünmüş.
Bazı ağaçlar ise dayanamayıp yıkılmış. Ortaya güzel görüntüler çıksa da burası hala tehlike arz ediyor. Etmeye de devam edecek.
Siz okurken bazı satırlarda videoları da paylaştım. Ormanın halini orada görebilirsiniz.
“Arda nereye gidiyorsun? Hala söylemedin” dediğinizi duyar gibiyim.
Radara gidiyoruz.
Sovyetler Birliği’nin meşhur “Ağaçkakanı” dedikleri radara.
Duga – 3 radarına…
AĞAÇKAKAN
Servis aracı ormanın hakim olduğu bir noktada durdu.
Tur rehberimiz, turumuzun son durağı dedi.
Üzülmüştüm. Hem de çok…
Bitmesini istemiyorduk, hem bilimsel olarak bir çok veriyi hafızamıza işlemiştik hem de hayatımızda sadece bir defa gelebileceğimiz bir yere gelmiştik.
Burası SSCB’nin bürokratları ve çalışanlarının paranoyaklığının hat safhada olduğu bir yer.
Karşınızda, Duga-3 radarı.
“Peki, nedir bu radarın görevi?” diye soracaksınız.
Gelin hep beraber öğrenelim.
Öncelikle bu radara neden “Ağaçkakan” dediklerini söylemek istiyorum.
Bu radar öylesine büyük bir radar ki uzunluğu 750 metre!
Ancak bir paranoyak bunu yapabilir!
Tonlarca demir, çelik, kablo ve teknoloji buraya dökülmüş durumda.
Ağaçkakan denmesinin sebebi ise radarın, ağaçkakanın ağacı gagaladığında çıkan sesi çıkarttığından dolayı böyle bir isim verilmiş. Rus Ağaçkakanı yani.
Neden böyle bir ses çıkarıyor?
Çünkü böylesine büyük bir radarın harcaması gereken ve MW(Megawatt) cinsinden ifade edilen bir güce ihtiyaç duyması.
Bir hatıra fotoğrafı çektirdim. Bu devasa yapının yanında oldukça küçük duruyorum.
Radar iki bölümden oluşuyor.
Birinci bölüm 500 metre uzunluğunda ve 150 metre yüksekliğinde.
İkinci bölüm 90 metre yüksekliğinde ve 250 metre uzunluğunda.
Radar uzaktan böyle gözüküyor.
Devasa bir demir yığını.
Peki, ben burada şöyle bir soru sormak istiyorum.
Bir devlet böylesine büyük bir radarı neden inşa etmek ister?
Aslında çok uzağa gitmemize gerek yok.
Soğuk Savaş için.
“Olur da kıtalar arası balistik bir roket üstümüze gelirse nasıl tespit edeceğiz?” şeklinde düşünen paranoyak Sovyet bürokratlar ve askerler böyle bir yapıyı inşa ettiler.
Örneğin, Soğuk Savaş’ın iki ezeli rakibi Birleşik Devletler ile Sovyetler Birliği arasında teknolojik alanda üstünlük yarışı vardı.
Bunlardan birisi roket sistemleri ve uzay yarışıydı.
Örnek vermek gerekirse, 1960 – 1975 yılları arasında üstünüze bir roket gönderilip gönderilmediğini anlamanız için iki seçeneğiniz vardı.
Ya devasa boyutta bir radar inşa edecektiniz. Ya da Alt Dünya Yörüngesi’ne bir uydu yerleştirecektiniz.
Sovyet makamları ilkini tercih etti ve ortaya böyle bir şey çıktı.
Öyle bir radar inşa ettiler ki bu radar daha roket kalkmadan bile her şeyin haberini iletiyordu.
Ayrıca, iyonosfer tabakasını kullanarak bunu gerçekleştiriyordu.
Şimdi ise sadece bir demir yığını.
Yavaş yavaş yorulduğumu hissetmeye başladım.
Gitme vaktimiz geldi.
Radara son bir kez bakıp zihnime kaydettim.
İnsanların istedikten sonra neler yapabildiklerini bu şekilde görmüş oldum.
Kim bilir daha neler neler vardı.
Bizim bilmediğimiz, bir çok hatıranın burada saklı olduğunu biliyorum.
Aynı zamanda biliyorum ki bir yerlerde muhteşem şeyler keşfedilmeyi bekliyor.
Çernobil’de bunlardan birisiydi.
Bu düşünceler eşliğinde alandan ayrılıyoruz.
Ağaçların ve yeşilin egemen olduğu bir yoldan geçiyoruz.
Arkadaşlarıma bu yolu gösterdiğimde ne kadar güzel bir yer olduğundan bahsettiler.
Sonra açıklama yapma gereği duydum.
Burası Çernobil dedim. Radyasyonun, acının kalbi…
Servis aracına hepimiz bindik.
Tur rehberimiz teşekkür etti.
Biz de kendisine teşekkür ettik.
Sırada radyasyon kontrolü var dedi.
Alandan ayrılmadan önce gireceğimiz son kontrol yeriydi.
Ve iki defa kontrol edilecektik.
KONTROL NOKTALARI
Biraz uyumuşum. 25 kilometre kadar ilerledikten sonra ani bir sarsıntı beni uyandırdı.
Ne kadar radyasyon aldığımızı ölçeceklerdi.
Kontrol için servis aracından aşağıya indik. Şoför dahil herkes bu kontrol noktasından geçecekti.
Bir askeri personel elindeki dozimetre ile servis aracının radyasyon seviyesini ölçmeye başladı.
Güvenlik kulübesi gibi bir yer hayal edin. İçinde tuhaf bir makine bulunan bir güvenlik kulübesi.
Eşyalarımızla birlikte ve sırasıyla kulübenin içine girdik.
Fotoğraf veya video çekmek için vaktim olmadı açıkçası.
Hiç böyle bir makine gördünüz mü?
Özellikle havalimanlarında kullanılan X-Ray tipi makinelere benziyor.
Fakat bu öyle bir makine değil. Üzerinizdeki radyasyon miktarını ölçüyor.
İki elinizle makineye sarılıyorsunuz ve sizi baştan aşağı tarıyor.
Eğer belirli bir limitin üstüne çıkarsanız o zaman karantina işlemi uygulanıyor.
Belirli bir süre alandan çıkamıyorsunuz.
Karantina hangi durumlarda geçerli? Diye bir soru gelebilir.
Olur da hediye olarak yanınızda bir şey götürmeye kalkarsanız makine bunu hemen algılıyor ve alarm seviyesinde ötmeye başlıyor.
Önceki bölümlerde de dediğim gibi, yanınıza hiç bir şey alamazsınız.
Telefonunuzu yere düşürseniz bile almanız yasak.
İki elimle makineye sarıldıktan sonra benim için yeşil ışık yandı.
Ve almış olduğum radyasyon değerini bana söylediler.
2.5 mSV doz aldığımı öğrendim.
Neye tekabül ettiğini söylemek istiyorum.
Örneğin, İstanbul’dan New York’a giden bir uçağa binerseniz uçtuğunuz süre boyunca havada aldığınız radyasyona eşit.
Veya bir yılda doğal yollardan aldığınız radyasyona eşit 2.5 mSv.
Daha bitmedi dedi tur rehberimiz, ikinci kontrol noktasına gittik.
Neden böyle bir sistem oluşturulmuş bunu da söylemek istiyorum.
Olur ya herhangi birisi birinci kontrol noktasından geçtikten sonra ikinci kontrol noktasına gelmeden tehlike arz eden bir durum gerçekleştirebilir. İşte Ukrayna Hükümeti bu tür risklerden kaçınmak için böyle bir sistem geliştirmiş.
Ayrıca girişte bize verilen ve boynumuza astığımız kişisel dozimetleride teslim ediyoruz.
Tekrar kontrol edildikten sonra servis aracımıza biniyoruz.
Sanki kafesinden çıkarılmış kuş gibiyiz.
Prangalarımızdan kurtulmuş gibiyiz.
Çernobil’e veda ediyoruz…
SON SÖZLER
Öncelikle sabırla beni okuduğun için teşekkür ederim sevgili okurum.
Elimden geldiğince, doğru bir şekilde aktarmaya çalıştım.
Yararlandığım kaynakları hazırlayan kişi ve kurumlara ayrıca teşekkür ederim.
Anlatmadığım daha bir çok şey var.
Profesör Valery Legasov’u, madencileri, hatta Çernobil Müzesi’ni anlatmadım.
Bir sonraki yazı dizisinde hepsini anlatacağım.
Bu sırada yapmış olduğum projeleri sosyal medyadan takip edebilirsiniz. Görüş ve önerilerinizi bana mail yoluyla bildirebilirsiniz.
Yazmış olduğum bazı yerlerde hata yapmış olabilirim. Bu hatalar tamamen bana aittir. Bildirirseniz bana hatamı düzeltme fırsatını vermiş olursunuz.
Selam ve sevgilerimle…
SON
BAĞLANTILI HABER VE MAKALELER:
ÇERNOBİL-2: “ORMANIN İÇİNDEKİ HAYALET KÖYE HOŞGELDİNİZ!”
ÇERNOBİL-9: “BURASI BİR GAZ MASKESİ TARLASI”
ÇERNOBİL-4: BİR KAYBOLUŞU ANLATAN TABELALAR
İletişim:
Instagram: ardalkac
Twitter: ardalkac
LinkedIn : Mehmet Arda ALKAÇ
Asistan Öğrenci
Gaziantep Üniversitesi Makine Mühendisliği Laboratuvarları
Şahinbey/Gaziantep