İlk baktığınızda, “Burada bir tiyatro gösterileri yapılıyordur” diyebilirsiniz. Aslında tam olarak tiyatro salonu olarak kullanılmıyordu burası. Salon, çok amaçlı olarak inşa edilmişti. Benimle gelin ve burayı beraber keşfedelim. Tur rehberimiz arkasında duran yapıyı tanıttığı sırada benim kameram kayıttaydı. Her izlediğimde, o anları dünmüş gibi hatırlıyorum.
Görmüş olduğunuz yapının içerisinde propagandalar, filmler, konferanslar, paneller, tiyatrolar gibi faaliyetler yapılıyordu.
Klasik SSCB işte.
Yapının içerisindeki sahneyi ve üstündeki yazıyı okuyabilirsiniz. Ne yazdığını ben sevgili okuruma bırakıyorum.
Sahnenin arkasına doğru ilerliyoruz. İlerlerken ayakkabımdan çıkan sesi duyabilirsiniz. 2016 yılında satın aldığım bir avcı botunu giymiştim o gün.
Unutmadan eklemek istiyorum hava durumu, iklim ve şartlar ne olursa olsun kesinlikle kapalı kıyafetlerle gelin. Özellikle kolunuzu, bacağınızı kapatacak kıyafetlerle gelin. Derinizi gösteren bir şey ile gelirseniz, muhtemelen Kiev’e geri dönmek zorunda kalacaksınız.
HEPSİ KIRILMIŞ, ENTROPİYE UYMUŞ
Ayakkabımdan çıkan ses, muhtemelen size ürkütücü gelecektir. Çünkü, şu an ben bile izlerken hem ürperiyorum hem de geride bıraktığım anı için duygulanıyorum. Bu arada, sahne arkasındaki yıkılmış zemini ve onu tutan yapı elemanlarının ne derece hasar aldığını görebilirsiniz. Bazı elemanların yeri değişmiş ve daha güvenli yere alınmış durumda. Sebebi ise ziyaret eden turistlerin can güvenliğini korumak. Tur rehberimiz yer değiştirmelerin profesyonel bir ekip tarafından yapıldığını söyledi. Unutmayın! Herhangi bir şeye dokunmanız, hatıra olarak almanız kesinlikle yasak.
Yapının camları da nasibini almış durumda. Hepsi kırılmış ve entropiye uymuş durumda.
Yere baktığınız zaman gazete kupürlerini, dergileri ve kitapları görmeniz mümkün. Dikkatlice eğilip baktığınızda 1986 öncesi tarihleri görmeniz mümkün. Bu mesafeden fotoğraf çekmem biraz zor olduğu için herhangi bir riske girmek istemedim. Dikkatli bakarsanız görebilirsiniz.
Tur rehberimiz gitme vaktimizin geldiğini bize söyledi.
Kameralarımızı kapattık ve sırada göreceğimiz şeyi merak ettiğimiz için hızlıca hareket edip, ön tarafa çıktık.
Dışarı çıktığımızda iki tane yok olmaya mahkum araçları gördük. Bence bu araçlar bu şekilde değildi. Çünkü yaklaşıp dikkatli baktığımda bazı parçaların alındığını gördüm. Çünkü çürümeye yüz tutmuş bir metal nesnenin vidaları kendiliğinden çıkmaz.
Dışarıda herhangi bir şekilde radyasyon ölçümü yapmadım.
Başka bir hanenin içerisine girdik.
Açıkçası bunu hiç beklemiyordum. Duygulanmamak elde değildi.
Bunu nasıl anlatacağım bilmiyorum fakat inanın yazmakta zorlanıyorum.
Bir çift çocuk ayakkabısı ve yanında duran açık bir kitap.
Sanki o korkunç geceyi hala yaşıyorlardı. Sola döndüğümde ise, dışarıyı seyreden bir oyuncak gördüm. Duygulanmamak elde değil.
Yerde o dönemden kalma gazete kupürlerini görebilirsiniz, açıkçası Kiril alfabesine sahip herhangi bir dili bilmiyorum bu yüzden yazılanları anlayamadım.
Fakat bir kupürün üzerinde tarih yazıyordu: 24 Nisan 1986
Bu tarihi görünce ülkem aklıma geldi. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutladığımız ve TBMM’nin açılışı olan 23 Nisan’dan bir gün sonra o gazetede “Türklerin Bayramı” olarak bir haber başlığı vardı. Bu bilgiyi tur rehberim sayesinde öğrendim. Kendisi benim için çevirdi.
Evin içerisinde, tabure üzerinde bir çanta gördüm. Bir çocuğun çantası. O çantanın arkasında muhtemelen o çocuğa ait müzik notaları ve ders notlarını gördüm. İçim parçalandı.
Pencere kenarından dışarıya baktım. “Bunlar gerçek olabilir mi?” diye düşündüm. Gerçekti. Başka bir odaya girdim. Burası sıradan bir oda değildi, yatak odasıydı.
Belki de o gece insanlar burada huzur içinde uyuyordu. Kim bilir…
Masanın üstünde duran ütüyü ve gazeteyi gördüm. Dikkatli şekilde bakarsanız, sol üstte gazetenin tarihini görebilirsiniz. Size bırakıyorum.
Ütü ise oksijen ile bir yanma tepkimesine girip paslanmış. Radyasyon ise davetsiz misafir olmuş diyebiliriz. En üzücü görüntülerden birisi de insanların yataklarını dahi düzeltemeden buradan ayrılması oldu. Paylaştıkları anılar, üşüdükleri zaman sarılabilecekleri yorgan, düşünceler ve daha bir çok şey burada kaldı.
1986’dan beri buraya kimse dokunmadı. Hem de hiç kimse.
Dışarı çıkmanın vakti gelmişti fakat o anda ilginç bir şey daha oldu.
Dışarı çıktığımda etrafta kimsenin olmadığını gördüm. Bir an paniğe kapıldım fakat derin bir nefes aldıktan sonra mantıklı düşündüm. Geldiğim yöne doğru yürümeye hızlı adımlarla yürümeye başladım ve tur rehberimizi gördüm. Bana daha dikkatli olmam gerektiğini söyledi fakat kendisine şu cevabı verdim:
“Hayatımda sadece bir defa geleceğim bir yer neden tutkuyla incelemeyim?”
O kadar tutkuyla inceledim ki radyasyon ölçümü yapmayı unuttum. Araca binerken aklıma gelmişti.
Siz bu satırları okurken 20. yüzyılın en büyük ve en ağır teknolojik felaketi karşısında ben şok oldum.
Araca bindiğimde, radyasyon seviyesi nasıl artıyorsa üstümdeki şokun da etkisi o derece arttı.