PRİPYAT KASABASI, GİRİŞ…
Pripyat girişinde birer hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra servis aracına bindik ve grupla beraber yola koyulduk.
Öyle yollardan geçiyorduk ki her yer yemyeşil idi.
Birisi için burası Çernobil değildir desek, doğası harika bir orman diyebilirdik.
Fakat diyemiyoruz, yeşilin hakim olduğu bu bölgenin bize gösterdiği bir aldatmaca aslında.
Servis aracıyla ilerlerken sağımızda ve solumuzda ormanı görüyoruz.
Çeşitli canlıları görüyoruz. Bunların içinde köpek, kedi, at, eşek ve tilki var. Uzun ömürlü yaşayanı var mıdır? Bilinemez.
Lakin her şeye rağmen doğa kendini temizliyor ve temizlemeye devam edecek.
Doğaya karşı asla savaşmamalıyız. Eğer kazanırsak, kaybederiz. Aklınızda bulunsun.
Bir iki kilometre daha ilerledikten sonra betonarme binaları görüyoruz. Bence buradaki binaların tasarımı biraz Mersin, Adana, Gaziantep’teki binaların tasarımını andırıyor.
Çünkü bu bölgelerde olan binalar yüksek katlı ve bina içerisinde oldukça fazla kişi yaşıyor.
Pripyat’ta da aynı durum söz konusu. Ama bir farkla.
Burada şu an yaşayan insan yok. Geri dönmeleri hala yasak ve bu binalar oldukça fazla radyasyon barındırıyor.
Şöyle bir soru sorabilirsiniz:
“Neden bu binalar yıkılmıyor? Tehlikesi yok mudur?”
Emin olun bu soruyu yüzlerce binlerce kişi düşündü.
Yıkmamalarının elbette bir sebebi var o da şu:
Eğer yıkarlarsa, molozlardan dolayı oluşan toz bulutu rüzgar yardımıyla taşınacak ve çevreye ciddi zararlar verecektir.
Zamanında yaşanan faciadan dolayı epey canlının hayatını alan radyasyon için hiç kimse bu riski almaya yanaşmaz bence.
Bu düşünceler arasında kaybolurken, şoförümüz el frenini hızla çekti.
Pripyat kasabasının içindeydik. Kapı açıldı, grubumuz inmeye başladı.
En son ben indiğimde eğilerek inmiştim. Sebebi ise karşımda bir ağaç dalı vardı. Doğa, yavaş yavaş her yere hakim olmaya başlamış.
Otomatik kapı yavaşça kapandı ve şoför el frenini indirip tur araçlarının bekleme noktasına doğru sürmeye başladı.
Tur rehberimiz beni takip edin dedi ve anlatmaya başladı.
İlk olarak bizi bir spor salonuna doğru götüreceğini söyledi.
Yeşilin hakim olduğu eski Pripyat sokaklarında yürüyüşe başladık.
Burada son derece dikkatli olmalısınız, sebebi ise ister istemez ağaç dallarıyla, otlarla temas halinde oluyorsunuz.
Kesinlikle bu bitkilere dokunmayın!
Tur rehberimiz “Sağdaki binayı gördünüz mü?” diye bir soru sordu bize.
Mehmet Hoca, “Hangi bina?” dedi. Ağaç dalları öylesine hakim olmuştu ki bina görünmüyordu.
“Hocam dikkatli bakarsanız, balkonu ve terası görebilirsiniz” dedim. O zaman fark etmişti.
İlk baktığınızda cidden fark edemiyordunuz.
KIRIK CAMLARA BASA BASA YUKARI ÇIKIYORUM
Binanın girişinde bizleri yerlere saçılmış kırık camlar, savaş alanına dönmüş resepsiyon ve birçok mobilyanın olduğu alan karşıladı.
Yağmalanmış gibi resmen.
Duvarlardaki çatlaklar, dökülen kaplamalar doğaya boyun eğmiş durumda.
Tur rehberimiz bizi üst kata çıkarmak için harekete geçti.
Merdivenlerden yukarıya doğru tırmanırken ayak seslerimi duyabilirsiniz. Kırılan camlara basa basa dikkatli bir şekilde yukarıya doğru çıkıyorum. Eğer buraya gelirseniz sizlere tavsiyem acele etmeden yukarıya doğru çıkmanız ve inmenizdir. Çünkü burada hiçbir şey ile temas halinde olmamanız gerekmekte. Aksi halde sizi burada tutabilirler.
Merdivenlerden çıkarken paslanmış trabzanları ve su sayacını gördüm. Radyasyon ile dansa kalkmış metaller bir de oksijenle dansa kalkarsa, bu görüntüyü elde ediyorlar.
Kapıdan içeriye girdikten sonra bir basketbol sahasını fark ettim.
Potalar sökülmüştü ve yerde çivili tahtalar vardı.
Burada bulunan tahtalar ziyaretçilerin üstüne düşmesin diye uzman bir ekip tarafından toplanmış. Bir kısmı da zeminden sökülmüş.
Sağımızda başka bir faaliyet alanı olan yüzme havuzuna açılan bir kapı vardı.
Oradan girdim.
Aslında biraz gülümsedim, çünkü bu sahneyi daha önce görmüştüm.
CALL OF DUTY’DEKİ YÜZME HAVUZDAYIM
Benim gibi Call of Duty hayranıysanız, bu sahneyi bir yerden hatırlamanız gerekir.
Değilseniz hemen açıklayayım.
Call of Duty 4: Modern Warfare oyununun bir bölümünde Çernobil sahnesi mevcuttur.
O sahnede harabe bir binaya girersiniz ve havuzun olduğu yere çıkarsınız.
İşte, oradaydım.
Hatta lunapark ve bazı yerler de oyunda mevcut. Onları da diğer bölümlerde anlatacağım.
Kapıdan içeriye girdiğimde yüzme havuzunu ve atlama rampasını görmek benim için bir hayli farklı bir deneyim olmuştu.
Çünkü, az önce de anlattığım gibi dünyaca ünlü bir oyunun buradan esinlenmesi ve bu sahneyi canlı yaşamak gerçekten ilginç bir andı.
Havuza baktığınız zaman atlama rampalarının olduğu yerin daha derin olduğunu görebilirsiniz.
Sebebini zaten biliyorsunuz.
Kulvarların olduğu yerdeki fayanslar ve numaralar hala duruyor. Ayrıca, yüzme havuzunun arka tarafındaki devasa saati görebilirsiniz.
Kapıdan ilk girdiğimde sağda ve solda kadınların ile erkeklerin soyunma kabinlerinin olduğu odaya girdim.
Oldukça karanlıktı ve rutubet hakimdi. Vücuduma biraz adrenalin pompalandıktan sonra oradan çıktım. Oradan ayrılmadan önce dışarıya son bir kez baktım.
Ve dışarıya baktığınız zaman, doğa “Ben buradayım!” diyor.
Yüzme havuzunun bulunduğu yerden ayrıldık ve başka bir binaya doğru yola çıktık.
Bu sefer aracımıza binmedik ve tur rehberimiz bizi direkt sol çaprazdaki binaya götürdü.
Burası sıradan bir bina değildi, burası bir okuldu.
ESKİDEN KORİDOR OLAN BİR YERDEYİZ
Aklıma çocukların kaldığı yurt geldi.
Tekrar tüylerim ürpemişti.
Brendan, ben ve bir kadın turist ekibi biraz geriden takip ediyor sohbet ediyorduk.
O sırada Brendan “Is this a school?” diye bir soru sordu ve ben “Yeah, school” diye cevap verdim.
Bu diyalog aramızda geçerken biz o sırada okulun koridorundaydık.
Ya da eskiden koridor olan yerde…
Telefonum aniden titredi ve bakma ihtiyacı hissettim.
Bir sorun vardı.
Şarjım bitiyordu.
Buraya kadar okuduğun için teşekkür ederim sevgili okurum, ben telefonumu şarja takayım sen de biraz dinlen.
Yarın okuyacağın dokuzuncu bölümde görüşmek üzere!
BAĞLANTILI HABER VE MAKALELER: