NEFES ALABİLMEK İÇİN…
Telefonumu şarja taktım. Uzun süre dayanmayacağını bildiğim için yanımda powerbank getirmiştim. İşe yaradığını görmek beni memnun etti.
Eskiden koridor olan okulda yürümeye devam ediyoruz. İlköğretim yıllarımı hatırlıyorum, bizim de böyle uzun koridorlarımız vardı.
Bina tasarımlarımız bu bölgeye oldukça benziyor.
Koridorun sonuna geldik ve sağa döndük. Hazmetmesi zor bir manzara ile karşılaştık.
Gaz maskelerini gördük.
Bir tane iki tane de değil.
Binlerce.
İnsanın aklına direkt şu geliyor: “Acaba burada okuyan binlerce çocuk için mi bütün bunlar?”
Korkutucu olan da bu zaten. Evet, radyasyon ve zehirli gazlardan etkilenmemeleri için bütün çocuklara gaz maskesi takıldı.
Fotoğraflarda binlercesini görebilirsiniz. Ayrıca, tur rehberimiz bulunduğumuz yerin bir tuvalet olduğunu söyledi.
Sağımıza dönüp baktığımızda ise eski bir televizyon ile gaz maskesini beraber görüyoruz.
“33 yıldır kimse dokunmadı mı?” diye bir soru gelebilir. Ben burada bir müdahale olduğunu düşünüyorum. Amaç, turist çekmek için yapılan bir çeşit numara bence.
Aynı numarayı Antakya’da da görebilirsiniz. Şehrin ortasından Asi Nehri geçer.
Asi Nehri için “Dünya’da tersine akan tek nehir” diye bir bilgi ile karşılaşabilirsiniz.
Fakat Dünya’daki hiçbir nehir tersine akmaz. Hepsi reklam işte…
Devam edelim.
Televizyonu ve gaz maskesini yeteri kadar inceledikten sonra televizyonun tam karşısında beyaz fayanslı bir yer görüyoruz.
Bu arada unutmayalım, hala okulun içerisindeyiz.
Beyaz fayanslı olan yer ise bir mutfak. Bunu üstteki aspiratörlerden anlayabilirsiniz.
Hepsi olduğu gibi duruyor.
Sanki, o geceyi hala yaşıyorlar. Bende böyle bir hissiyat yarattı.
Mutfağın sağ tarafında ise üstünde yazı olan bir pano var. Kiril alfabesini bilmediğim için okuyamadım. Eğer bilen birisi varsa mail olarak bunu bana iletebilir. Memnun olurum.
Sıranın üstünde duran ve tozların hakim olduğu bir ceket gördüm. Tur rehberimiz bu ceketin 33 yıldır hiç bir şekilde yer değiştirmediğini bizlere anlattı.
“Kim giyiyordu acaba?” diye düşünmeden edemedim.
Kim bilir, belki kullanan kişinin en sevdiği ceketti…
Bu tür düşüncelere daldıktan sonra, Mehmet Hoca yanıma geldi ve beni sarstı.
Herkes aşağıya indi seni bekliyoruz dedi.
Merdivenlerden hızlı bir şekilde inip “Pardon” dedim servis aracında beni bekleyenlere.
Gülümsediler ve “önemli değil” dediler.
Medeni insanların arasında bulunmak mutluluk verici gerçekten.
PRİPYAT SOKAKLARI
Servis aracına bindikten sonra tur rehberimiz eline mikrofonu aldı ve bize Pripyat’ın bazı noktalarını anlatmaya başladı.
Örnek verecek olursak, Çernobil Nükleer Santrali’nde çalışan binlerce teknisyen, mühendis ve işçi mevcuttu.
Pripyat ise çoğunlukla burada çalışanlar için oluşturulmuş bir kasabaydı. Şehir de diyebiliriz. Önceki bölümlerde de bunu söylemiştim. Tekrar hatırlatmak istedim.
Aracımız bir sokağın girişinde durdu. Tekrar aşağıya indik.
Bir tabela gördüm fakat ağaçlar ve yeşil hakim olmuş durumdaydı.
Buna “Süksesyon” deniyor sanırım. İnsanların hakim olduğu yere şimdi ağaçlar hakim olmuş durumda.
Tur rehberimiz bundan sonra lunaparkın sonuna kadar yürüyeceğimizi bize söyledi.
OTURAMAZSIN, RADYASYONDAN NASİBİNİ ALMIŞ
Yeşilin hakim olduğu yerlerden geçmeye başlıyoruz.
Karşımıza bir tribün giriş yeri çıkıyor. Şimdi burayı çembere alacak şekilde döneceğimizi hayal etmenizi istiyorum. Gruptakilerle birlikte yürüyüşümüze devam ediyoruz.
Yolda dinlenebileceğiniz, oturabileceğiniz bir yer görüyoruz.
Ama oturamazsınız. Çünkü radyasyondan nasibini almış durumda.
Ne yalan söyleyeyim, burada da şaşkınlığımı gizleyemedim.
Dört dakika daha ilerledikten sonra önümüze oksijen ile radyasyonun ebedi bir şekilde arkadaş olduğu uzun bir direği görüyoruz.
Bu kule size bir şeyi andırıyor mu? Mesela aydınlatma kulesi gibi.
Saha olduğunu fark ettiniz mi?
Kulenin yanındakiler, açık bir tribün.
Burada yaşayan insanlar, kazandıkları maçları burada kutladılar.
Kaybettikleri maçlar için ise üzüldüler ama yine takımlarını desteklediler.
Şimdi ne o takım ne de o takımı destekleyecek insanlar burada.
Çoğu hayatını kaybetti…
Tur rehberimiz bize eskiden bu sahanın nasıl olduğunu ve neye benzediğini anlattı. Fotoğraf ile destekledi.
Daha sonra bize döndü ve “Hadi hep beraber binaların içine girelim.” Dedi.
BİNALARIN İÇİNE GİRİYORUZ
İlk bölümlerde derme çatma evlerin içine girmiştik.
Şimdi ise komün halde yaşayan insanların evlerine giriyoruz.
Hem de izinsiz giriyoruz.
Binanın tasarımına baktığınız zaman Türkiye’de olan bir tasarımı rahatlıkla görebilirsiniz.
Burada en çok sorulan soru şu: “Madem bu binalar radyasyon yüklü o zaman neden bu binalar yıkılmıyor?” diye bir soru gelebilir.
Yıkılmamasının sebebi, bir radyasyon bulutundan korkulması.
Çünkü yıktıkları an ortaya çıkacak olan toz ve moloz yığınından kalkan zerrecikler rüzgar yardımıyla çevreye taşınacak.
Bunu kim ister? Zaten dünyaya yeteri kadar zarar vermiş olan bir devlet (Sovyetler Birliği) bunu da eşantiyon olarak sunmak istemez.
Şu an Çin’de yaşananlar gibi.
Virüs yüzünden insanlar hayatını kaybediyor ama Çin Devleti’nin itibarı daha önemli değil mi!
Gerçeklerden bir yere kadar kaçarsınız.
Çernobil’i de saklamak istediler. Saklayamadılar.
Korona virüsünü de saklamak istiyorlar. Eninde sonunda gerçek ortaya çıkacak.
Fukuşima Nükleer Santrali’ni de saklamak istiyorlar. O da tıpkı Çernobil gibi bir kaza.
Gerçeklerden kaçmaya başlayan bir devlet veya halk eninde sonunda yok olacaktır.
Ya da yıkılacaktır. Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği işte böyle yıkıldı.
Mihail Gorbaçov bile bunu kabul etti.
300 milyar dolarlık bir zarar 1991’de SSCB’nin çöküşünü gerçekleştirdi.
SSCB, sırf güçlü görünmek için kendi halkını harcadı.
Uzay yarışını kazanabilmek için öldürmediği canlı kalmadı.
Propogandanın en iyisini yaptı.
Şu an Çin’in, Kuzey Kore’nin yaptığı budur.
Gerçeklerden kaçmayın.
Yalanların bedeli daha mı iyi?
HANELER
Binanın içine girmeden önce sol tarafta bizi tek kişilik bir koltuk karşılıyor.
Yavaş yavaş ve hiç bir yere dokunmadan içeri giriyoruz.
Bizi içeride ilk karşılayan bir kalorifer peteği oluyor.
Merak edip radyasyon seviyesini ölçüyorum ve oldukça tuhaf bir değerle karşılaşıyorum.
Dozimetreden şüphelenmeye başladım. Hem metal hem de Çernobil’e 3 kilometre mesafede bulunan bir binanın içindeki kalorifer peteğinin radyasyon seviyesi 0.38 mikro Sievert per hour mıydı?
Hemen yanında bir elektrik panosunu gördüm.
Elektrik panosu üzerinden en son akım 33 yıl önce geçti.
Üst katlara doğru çıkmaya başlıyoruz.
Şunu belirtmek istiyorum, binaların içi oldukça dar. Benim fikrime göre SSCB’nin komün yaşam fikri burada iyice benimsenmiş.
Binaların mantığı da budur zaten. Toplu bir şekilde yaşam.
Burası bir site ve binalar birbiri ile bitişik. Bir binaya girdiğiniz zaman diğer binalarada girebilirsiniz.
Hatta posta kutularının sayısından bile anlayabilirsiniz.
Her posta kutusunun üstünde bir numara yazıyor.
Her posta kutusu bir daire, bir hane, bir aile, bir umut, bir gelecek demek.
Posta kutusu yok olduğu için buradaki her şey yok oldu.
Artık onlara posta kutusu denebilirse tabi.
Bir dairenin içine giriyoruz.
Birisi sizin evinize izinsiz girip fotoğraf çekse hoşunuza gider miydi?
Aklı başında olan her insan buna karşı çıkar elbette.
Ama şu an belki de hayatta olmayan bir ailenin evindeyiz.
Unutmayın! Eşyalara dokunmanız kesinlikle yasak.
Hatta şunu da eklemek istiyorum. Mesela raflı bir dolaba dokunursanız hemen yıkılabilir.
Çığ gibi düşünün. En ufak bir ses veya temas yıllardır kullanılmayan bir nesneyi dağıtabilir. Aklınızda bulunsun.
İlk bölümlerde de belirttiğim gibi yapıların içinde uzunca bir süre vakit geçirmek doğru değil.
Beklenmeyen bir radyasyon değeri ile karşı karşıya kalabilir, kansere yakalanma riskinizi artırabilirsiniz.
Bence bunu hiçbirimiz istemez.
Şimdi birazcık temiz hava almak için dışarı çıkıyorum.
Aslında bakarsanız elim biraz yoruldu sebebi ise hem telefon hem de powerbank taşıyorum.
Çantamı açtım ve powerbank ile telefonun arasındaki akım alışverişini kestim.
Girişteki petrol istasyonundan aldığım kruvasan ile suyu büyük bir keyifle mideye indirdim.
Biraz kan şekerim düşmüş.
Gördüklerim ve hissettiklerimin etkisi kan şekerimi de etkiledi.
Tur rehberimiz, grupla beraber aşağıya indi ve şunu söyledi.
“Lunaparka gidiyoruz!”
Tarihte açılmayan tek lunaparka.
BAĞLANTILI HABER VE MAKALELER: